Hadislerin dinimizdeki yerinin tartışılması üç değişik bakışın çatışmasından kaynaklanmaktadır. Birinci grubu , Kur’an ayetlerini hükümsüz kılsa da Kütüb-i Sittede (6 meşhur hadis kitabı) bulunan bütün rivayetleri hadis sayma eğiliminde olanlar oluşturur. İkinci grup ise esasen hadisin dindeki yerini kabul edip önemseyen ve fakat ilme, tarihe, akla ve özellikle Kur’ân’a zıt düşen rivayetleri reddeden kesimdir. Üçüncüler ise hadisi tümden reddedip, Kur’an ile yetinilmesi gerektiğini savunanlardır. Biz burada ikinci grubun yaklaşım tarzını ve bağlı olarak tartışmaların temelini oluşturan sebepler üzerinde duracağız.
Hadisin (Sünnetin) şeriatın tekemmülü, oluşması sadedindeki yeri ve önemi tartışmaları Resûlullah’ın vefatından sonra başlamış, uzaklaştıkça da artarak devam etmiştir. Çünkü zaman geçtikçe haberler (rivayetler) de ilk günkü sadeliğini koruyamamıştır. Yoksa Asr-ı Saadette, Peygamberimizle beraber yaşayanların, onun söylediklerine kayıtsız-şartsız itaat etmekten başka yaptıkları bir şey yoktu. Esasen bu günkü Müslüman da ona ait olduğundan emin olması durumunda Peygamberimizin her hadisine itaat edeceği kesindir. Eğer tartışma varsa bize ulaşan rivayetlerin bir yönüyle Peygamberimize aidiyeti noktasındaki şüphelerden kaynaklanmaktadır. Hal böyle olunca günümüz Müslümanı, önüne gelen rivayeti hadis kabul etme noktasında Asr-ı Saadet Müslümanına göre iki türlü risk ile karşı karşıyadır. 1. Peygamberimize ait olmayan rivayeti hadis sayıp onunla amel etmek, 2. Gerçekten Resûlullah’a ait olan hadisi reddetmek.Sonra gelenler aynı zamanda her iki riskten nasibini almış durumdadırlar. En büyük tehlike birinci şıktaki uygulamaların arasında barınmaktadır. Çünkü bu anlayış, gerçekmiş gibi birçok uydurma sayesinde Kur’an hükümlerinin yok sayılmasına kadar vardırılmıştır. Bunun tabii sonucu olarak da hadis olmayan sözlerin, hatta bazen kötü emelli düşmanların akideleri dinimizin ahkâmı olarak literatürümüze egemen olmuştur. Meselâ, “Harbî’nin (Müslüman olmayan toplumların bireyi) kanı heder, malı helal kadınları cariyedir”, ilkesi konuya çok güzel bir örnektir. İkinci riskin cüretkârlarıyani Resûlullah’a ait olan hadisi reddedenler de benzer başka bir vebali üstlendiler. İlk nazarda akıllarına uymayan birçok sahih hadisi reddettiler. Esasen bu hadislerin sahih olduğu noktasında kesin delil ve dayanak bulmak mümkün değildi. Bakmayın siz bazılarının sahih hadis tasnifi yapıp binlerce rivayeti sahih saymalarına; Kur’an’a arz edildiğinde onların dahi büyük bir kısmı elenmek zorundadır. Ancak bu elemeyi yapanlar, zaman zaman sapı-samanı karıştırdı, arada sahih bazı hadisleri de dışladılar.
“Hangi Müslüman” ve “Bu İslam Kur’an’da Yok”, adlı her iki kitabımızda da bu konulara olabildiğince temas etmeye çalıştık. Sonuç itibariyle sahih hadisin reddi de dinimiz için zararlıdır. Fakat esasen Resûlullah (SAV) Kur’an’dan bağımsız olarak İslam’ın aslî meselelerinde teşri yürütmemiş olduğundan, (12/Yusuf:40) diğeri kadar yıkıcı sonuçlar doğurmamıştır. Meselâ, abdest alırken ağza su vermek Kur’an’da yoktur. Bu konudaki hadisleri de sahih değildir, diyerek reddedenin farzlarıyla aldığı abdest sahih olur.Ama birinciye verdiğimiz örneği düşünün; Kur’an hükmü kaldırılmış ve o sayede milyonlarca cana kıyılmıştır. Bu gün dahi (2015 yılı) IŞİD ve diğerleri aynı akideye yapışarak binlerce masumu canice katletmektedirler. Yani “Harbî’nin kanı heder, malı helal, kadınları cariyedir”.
Müslümanların geri kalmışlığı, cehaleti, hak-hukuk tanımazlığı, insan ve hayvan sevgisinden yoksun oluşu, sefaleti, zalimliği, pisliği… aklınıza gelecek ne tür süfliyat varsa tümüyle işaret ettiğimiz yaklaşımdan kaynaklanmaktadır; Kur’an’ı terk!
TARTIŞMALAR
Vakıa yukarıda arz ettiğimiz gibidir fakat tartışmalar oldukça farklı seyretmektedir. İlim çevrelerinin hadise bakışı üç grupta düşünülebilir.
1. Önüne getirilen her rivayete hadis deyip sarılanlar,
2. Hadise gerek yoktur, bize Kur’an yeter, diyerek hadisi tümden reddedenler,
3. Kur’an’la çelişmeyen, akıl, ilim, tarih ve diğer müsbet ilim kanunlarına (Sünnetullah) aykırı olmayan rivayetleri hadis sayanlar.
Bu üç grubun hadise yaklaşımlarından daha önemli olanı birbirlerine bakış açılarıdır. Bu bağlamda birinci grup en katı, en tavizsiz olanlardır. Geçerli delile dayansa da özellikle hicrî II.(M. VIII.) asırla VIII. (M.XIV.)asır aralığında derlenmiş hadis mecmualarında bulunan rivayetlerden birini reddedenleri hadis inkârcısı, hadis düşmanı, sünnet inkârcısı… ilân ederler. Kur’an’ın hükümlerini geçersiz kılanlar ekseri bu grubun mensuplarıdır. Çünkü onlar sadece her rivayeti hadis saymakla kalmamış, Kur’an’la çelişmesi halinde hadis saydıklarının hükmünü cari kılarak Kur’an’ın ilgili ayetinin hükmünü nesh (iptal) etmişlerdir. Bizim kitaplarımızda çokça üzerinde durulan da bu kesimin yapıp işledikleri ile sonuçlarıdır.
İkinci grup birincilerin ithamını biraz hak eder gözükmektedir. Çünkü onlar gerçekten Hadisleri kale almamakta, sadece Kur’an’la yetinmekten yana tavır belirlemektedirler. Bu grup mensuplarının diğerlerine bakışını tahmin etmek zor değildir; abesle iştigal.
Üçüncü grup, hadislerin bilhassa Kur’an’a uygunluğunu ilke edinmişlerdir. Birinciler gibi, çelişmeleri durumunda Kur’an ayetini değil, rivayeti geçersiz kılmaktadırlar. Rivayetteki sözü Peygamberimizin söylemiş olduğunu reddetmektedirler. Çünkü Peygamberimizin (SAV) kendi getirdiği Kitab’a aykırı söz söylemeyeceği inancındadırlar.Bu grubun mensupları Kur’an’ın terk edilişinden tekrar Kur’an’a dönüş hareketinin savunucularıdırlar. Biz de bu gruptanız ve İslam’ın aslına, Kur’an’a dönüş mücadelesinde siz değerli okuyucuların da desteğini gözlemekteyiz.
Selâm ve iki cihan mutluluğu dileklerimizle…
Sadık Güner